Telhis-i resailat-ı rumat’ta geçen okçuluk terimleri

  • mandal: Kilit. Baş parmağın tırnağı ucundan yarısı örtülecek kadar
  • Acem yayı: Bir yay çeşidi. Acem yaylarının kabzaları yay durumuna göre küçük, iki tarafı oldukça yassı ve kalın, başları ince ve eşek kemiğin­ den, iki tarafı üçer parça kemikle kemiklepir. Pek çoğunun üstüne sinirlen­ miş kemik kaplanmıştır, işlemesinden başka bir güzelliği bulunmaz (s. 108).
    • ‘aces ve ma’ces: Arapların kabza için kullandığı isimler (s. 113).
    • açık kestirme: Açıktan ok atma (s. 64).
    • adi azmayiş: Bir tür ok. Talim ve tatbikat içindir (s. 128).
    • agdaf/ agzaf: Ağır, hantal ve kalın ok (s. 132).
    • akazza: Bir tür ok (s. 132).
    • ‘akdcı şast; $ağ el baş parmağını düğüme geçirme (s. 45).
    • ana taşı: Başlangıç yerine dikilen taş (s. 153).
    • ‘araf ve feres:.Kabza tarafında olan sinir (s. 113)
    • ‘arub: Kim tarafından atıldığı belli olmayan ok (s. 132).
    • asa gezi: Meşe ve gürgen gibi dayanıklı ağaçtan yapılan bilek kalın­ lığında ve bir mimari zira (80-90 cm.) boyunda olan bir alet. Bunun bir ucu kabza kemiğini koruyacak kadar, madeni para gibi oyulur (s. 118).
    • asal: Eğri ok (s. 132).
    • asma mandal: bkz. mandal
    • ayak: Okun temren takılan kısmı
    • ayak şahidi: Atış esnasında ayak yerinde duran ve ok atan kişinin ayak yefine ayağını düz bastığına dair şahitlik yapan kişi (s. 75).
  • ayak taşı: Menzillerde ok atılacak yere dikilen taş (s. 153).
    • ayir hacer: İstenilen menzil ve nişana ulaşamayan ok (s. 132).
    • ayir: Yeleği haddinden uzun olan ok (s. 132, 133).
    • azmayiş: Bir ok çeşidi. Azmayiş okunun iki çeşidi vardır. Bir cinsi iki buçuktan üç buçuk dirheme kadar bakkam, gez, demir temren ile sala koşu­ suna tahsis edilir. Bir çeşidi de gez ve temren, yalnız sahiplerine göre hilk! oktan ağır, kanat kuğu, kuyruk karabatak ve başka oklardan olursa, haki ok gibi yeleklenip meseka atılır. Her iki cinsin de boyları mimari zira’ ile yirmi bir parmaktır. Birbirlerinden farkı ağırlığı ile çubuğunun en üstününden olur (s. 128).
    • bakkam: Boyacıların kullandığı gez yerine konulan kırmızı ağaç (s. 121).
    • billa tir: Yüksekten ok atmak (s. 67).
    • baş-pare: bkz. gez
    • Behram!/ Husrev!Kabza: Bir sebebe bağlı olarak yahut bir usta ve­  ya asıl ehlinden öğrenmeden meşk ile kararlamasına, alelade şekilde, alış­ maya bağlı olarak değnek tutar gibi kavrayıp, salavat parmağı kabza ardın­ dan dolaştırıp, baş parmağı da salavat parmağı üzerine koymak ve orta parmak muşamba üstünden, diğerleri de geldiği gibi kavrayıp ok atma şekli (s. 45).
    • Beyazıt yayı: Usta Bayezid tarafından yapılan yay çeşididir. Bu yay- ların başları uzundur (s. 108).
    • beyt-i a’la: bkz. kısm-ı a’la
    • beyt-i esfel: bkz. kısm-ı esfel
    • binci: bin gez atabilen ok atıcısı (s. 79).
  • boğaz: Oku yirmi dörde bölmek suretiyle yirmi dört derece tabir ederek gez dudaklarından dört derecesi (s. 127).
  • boy: Menzil müsabakatı için yapılan tımarlı yayların boyu on tutam olanlarına verilen ad (s. 105).
  • bulutların üstüne alması: Bulut akışının bir katının yerdeki havaya uygun ve bir katının da zıt olması dolayısıyla yaşanan durum, soya atılan okun hava alması (s. 95).
  • cani: Puta oku (s. 132).
  • cay-i kadem: Ok atılacak yer (s. 153).
  • cecer: bkz. çile
  • cüz: İnsanın elinin içi ile parmaklarının arası (s. 42).
  • çağ: “Çubuğun iyi ve üstün olması ciladan sonra önceki halinden daha da ortaya çıkar. Bunda çağına bakmak gerekir. Bunu bilmek için sol elin baş ve orta parmak tırnaklarını ağız ağza dayayıp oku yeleğinin aşağı-

sından tırnağın üstüne dayamalı, sonra uç demiri (temreni) sağ el ayasının ortasına gelmek üzere baş ve orta parmaklarla yukarısından iplik iğini kıvı­ rır gibi kıvırıp bırakıldığı zaman sağ el ayasının içinde temren dik ve doğru şekilde ne kadar hızlı ve çok dönerse o kadar eğriliklerden kurtulmuş olma­ sına delildir. İşte buna “ayıplardan kurtulup uzaklaşmış” anlamında çağ derler.” (s. 121).

  • Çağa tutkalı: En iyisi Gelibolu civarında Çağa adlı bir köyde yapılan tutkal çeşidi. Okçulukta kullanılan bir malzemedir (s. 109).
  • çatkı: Salların uçlarının ok geçiminden kabza üstüne doğru olan kabza boğazı ile imtizaç ettirilerek uygun hale getirilmesi (s. 113).
  • çavuş: Çavuş oku gezi. Fındık şeklinde tek parça kemikten çevrile­ rek bir tarafı gezin ve okun ucuna uygun inceltilerek soya takılır gibi oka geçirilir. Temren şeklinde sivrice ucunun yanından okun ortasına doğru ince matkap ile çarpık olarak delinir. Putaya takılmış olursa çavuş derler (s. 129).
  • çekiş çıkarma: (Yay için) çekişi artırma, yayın kolay çekilmesi (s. 107).
  • çelenk: Okun başındaki yelek (s. 127).
  • çelik: Kabza içinin ortası (s. 118).
  • çile: Kiriş (s. 43). Çilenin diğer isimleri ise vetr, ketame, maza’, hecar, cecer, ser’an, şer’a, hasibe, hasib, şirdir (s. 104) .
  • dalif: Tablaya isabet eden, fakat geçmeyip sekip düşen ok (s. 132).
  • damak/ damag: Zihgirin parmak memesine gelecek yeri (s. 88).
  • deste: Otuz ;ıdet hava gezi oku bir deste olarak adlandırılır (s. 129).
  • devşirmeli ve döşekli: Yarış menzili yaylarının dar çile oku oynattı­ ğı, bol çile de menziline E!ngel olduğu için, döşekli olması lazımdır. En iyisi ve uygunu yayı kurmalı, kabza ortası çelik denilen kemiğin üstünden, ta­ mamı yedi parmak olan mimari zira ölçüsüne uygun olarak, kirişin ortasına ölçülmelidir. Bu hesaptan iki bıçak arkası dar olursa devşirmeli ve o kadar bol olursa döşekli adı verilir (s. 99).
  • doksan dokuz akd: Kabza·i evvelin İmam Taberi tarafından adlan· dırılışı. bkz. kabza-i evvel.
  • dolap/ dolab: Yumruğu fazla kıvırmak, bilekten yere doğru fazla meyillemek. Bu durum okçulukta hoş karşılanmaz (s. 128-129 ve 50).
    • dört kırat: Yumruğa gelmeyip kabzanın arkası hizasından atılan ok (s. 54).         ·
    • ehze: Çok hızlı giden, vuruşlu ve delici ok. Okların hayırlısı ve en iyi· si diye anılır (s.132).
    • emrat: Yeleği düşen ok (s. 132).
  • farz kuzr hazz: Çile takılan kertiğe Türkler gez, Araplar ise farz kuzr hazz derler (s. 113 ve 99).
    • fer: Ne şekil ve çeşitte olursa olsun nişanı birden fazla vurmak (s.33).
  • feres: bkz. araf ve feres
  • fincanı düşürmek: Atış anında yumruğun sağa sola meyletmesi. Şast

yumruğunun tamamı da atış anında üç tarafa eğdirmeden yalnızca yere doğru meyil göstermek, kısacası atış anında bütün yumruğun aşağı bakması beğenilen bir durumdur. “Bu durumda yumruk elin üstüne su ile dolu fin­ can konulsa atış anında bile düşmemeli ve içindeki su dökülmemeli” derler. Hatta ok atanlar şast yumruğunu sağa sola meylettiren kimseye, “kabza-daş fincanı düşürürsün”, daha fazla meylettirdiği zaman da, “Fincanı düşürdün” diye şakalaşırlarmış (s. 49).

  • gaffara ve mehşa: Kabza arkasına vurulan sinire Arapların verdiği ad (s. 113).
    • gayet-i kabza: Kabza sargısı veya çıkıntısı (s. 58).
    • gelişli: Yayın kolay çekilebilir olması (s. 118).
    • gez: Hangi çeşidi olursa olursun okun çileye yani kirişe takılan başı­ na gez denir. Fakat hava ve torba gezlerinde tek parça kemik geçirildiği için baş-pare adını vermişlerdir. Ayrıca diğer oklara tarif olunduğu gibi bazı ablak yaban keçisinin boynuzundan yekpare ve bakkam gibi iki parça da olsa yine tek parçaya benzedikleri için baş-pare denmeyip gez derler (s. 125).
    • gezlemek: Gezi kirişine takmak (s. 63).
    • göbek ortası: bkz. vasat-ı göbek
    • gül: Meydanlık başları ile tonç düğümü arasına sarılan sargı (s.

104).

  • güneş tımarı verme: Yayı güneşe asma (s. 118).
    • haba: Bir tür ok (s. 132).
    • hadde putası: Puta oklarının bir çeşidi. Bu cins putadan daha hafif ve yelekleri de putadan kısa ve ensizdir. Kartal ve kuğu kanatlarından yelek vurulur. Boyları azmayiş oku boyundadır. Farkı ağırlığı ile yeleğindedir (s. 151). Talim ve tatbikat içindir (s. 128).
    • haki: Bir çeşit ok (s. 68). Talim ve tatbikat içindir (s. 128).
    • harab1: Okun, nişanın önüne vurduktan sonra sıçrayıp nişanı vur­ması (s. 33).
    • harbeli ok: Kısa mızraklı harp oku (s. 54).
    • hareke: bkz. mefruk
  • hareke-i siperiyye: Ok ucunun siperin içinden şiddetle geriye sıç- raması (s. 63).
  • hasib: Yayda durmayan çile (s. 104).
  • haslbe: İnce ve daima yay üstünde duran çile (s. 104).
  • haşr: En iyi olan ve diğer ok çeşitlerinden üstün ve ayrı olan oklara verilen isim (s. 132).
  • hatre: Kabza yumruğu ile okun siperle ilgili harekete sebep olan kabza muamelesi (s. 72).
  • hava eylemek: Havacıların atışa başlanacağı zaman içine taş bağla­ dıkları tülbentlerini havaya atmaları (s. 151).
  • hava gezi oku: Bir çeşit ok. Bu ok, puta ve azmayiş oklarının boyun­ da olur (s. 128). Yeleksiz ve soyasızdır (s. 68).
  • hava yeri: Okun düştüğü yer (s. 153).
  • havacı: Atışlarda yarış yerinde durup okun düştüğü yeri ayak ye­ rinde duranlara bildiren görevliler (s. 151).
  • havarık: Okun nişanı delip öteki tarafından çıkıp gitmesi (s. 33).
  • havasık: Okun nişanı delip yeleğine kadar geçip üstünde düşer gibi durması (s. 33).
  • hecar: bkz. çile
  • heza: Ok çantasında tek kalan ok (s. 133).
  • Hıtayi: Kirişin iki ucuna bağlanan tonç. Hıtay şehrinden ortaya çık­ ması sebebi ile bu adı almıştır (s. 100).
  • Hicaz!: Bir yay çeşidi (s. 32).
  • hilal kuran: Tımarlı ve tımarsız yayların kuranlarından biridir. Tek­ ne kuranın dönüşü arasından kasanlara doğru dönüp kasanlardan başları geriye kurulur. Müsabakat menzili yaylarının tımarlı ve tımarsızına bu daha uygundur (s. 106).
  • huşrun: En iyi olan ve diğer ok çeşitlerinden üstün ve ayrı olan ok­ lara verilen isim (s. 132).
  • ıtlak/ oku boşandırmak: Ok atmak (s. 49).
  • ibriş: Bir çeşit ok. Diğer oklar gibi hızlı gitmez, hantal hareketlidir (s. 68). Puta, hadde putası, adi azmayiş, hilki ve karabatağın sığmadığı mey­ danda tatbikatı.n bırakılmaması için icat edilmiştir (s. 128).
  • ihtilas: Yayı gizli olarak süratle çekip, yay dolup şast atma yerine gelince, tereddütsüz duraklamadan atmak (s. 49).
  • ilk tutuş: bkz. kabza-i evvel.
  • iki çekme bir sürme: Dirsekler ve iki el daima birbirinin. karşısında ve aynı hizada olacak şekilde kabza yumruğu nişana alınan yerden hiç oy-

namadan, kabza yumruğunu ileri sürer gibi dayanarak öyle terazilenmesi (s. 60-61).

  • irti’aş/ raşe tutma: Titreme. Ok atmadaki beş kusurdan biri (s. 142).
    • isabe/ ısabe: Yay kabı  (s.15).
    • kaba telli: Ok yapımında kullanılan bir ağaç (s. 121)
    • kabak: Aydın ve Menemen havalilerinin genç uzun boynuzlu öküz­ lerinin boynuzlarından yapılan bir tür yay kemiği vardır. Kabak tabiri, boy­ nuz hayvanın başında iken dış tarafına gelen yeri için kullanılır (s. 111).
    • ka’be: Yayın kabzası, iç tarafının ortasıdır. Burası iki tarafın kemiği­ nin uçlarının birleştiği ve kalemtıraş arkası kadar büyüklükte çelik tabir olunan beyaz kemiğin konulup yer alacağı ara yerdir. Çelik buraya konulun­ ca yayın iki tarafının kemikleri çeliğe iki yandan tutturulunca sanki “ka’b” ikileşir. Yani bir aralığın ortasına bir şey konulunca aralık iki olur. Ayrıca biri yukarı biri de aşağı olur. Bir de “kavseyn” tabirinden kasıt yine “bir yay” demektir (s. 37).
    • kabız: Faydası görülen ok (s. 132).
    • kabz, akd, medd ve ıtlak: Kabza tutmak, mandallamak, çekmek ve atmak (s. 50).
    • kabza: Yayın kabzasının arkasının ortasını sol elin ayası ile parmak­ ların birleştiği yer olan kısmına koymak (s. 42). Ayrıca ayak yerinden hava yerine karşı durulunca sol tarafa da kabza denir (s. 153).
    • kabza kuran: Tımarlı ve tımarsız yayların kuruluş şekillerinden biri. Kabza kuran, kabza başlarından gizli döndürme ile devre başlar, kasanları­ na kadar gider. Daha çok kullanılmakla da bu şekli ortaya çıkarır. Bu, meşk yani talim için uygundur (s. 106).
    • kabza-i İshaki: İshak tarzı tutuş. İshak’ın elleri orta büyüklükte ol­ duğu için yayın kirişini baş parmağın enine koyarmış (s. 46).
    • kabza-i evvel/ ilk tutuş/ murabba-i Haşimi/ Doksan dokuz akd: Yumruğu, sol tarafa bilek sağa meyilli olarak bilekten mümkün olduğu ka­ dar yere meylettirmek, bilek oka meyilli şekilde olarak tutmak ve ok bilek siperinden kurtuluncaya kadar bu tutuşu bozmamak şeklindedir (s. 43).
  • kabza-i sani/ kabza-i Tahir-i Belhi: Bu tutuşta baş parmak muşam­ ba üstüne değil orta parmağın üzerine konmalı; diğer parmaklar kuvvetlice tutulmalıdır. Tutmaya “otuz düğüm” derler. Şişman elli, kısa parmaklı olan­ ların bir kısmı böyle tutar, buna kabz-ı Tahir-i Belhi, Belhli Tahir’in tutuşu denir (s. 44-45).
  • kabza-i Haşimi: Haşimi tarzı tutuş. Ebu Haşim uzun parmaklı oldu­ ğu için yayın kirişini baş parmağın uç kısmındaki boğumuna getirip üç par­ mağını yumup orta parmağı üstüne kuvvetlice koyup, iki yumruk bir düzbeş saat yanında durmalıdır. Sonra büsbütün kuruması için mangal hizasın­ da bir iki zira yükseğe asılan yay askısına konmalıdır. D<ıha sonra ise sinir­ lenmeye başlanır, buna kemik sarmak denir (s. 114).
  • kepaze: Okçuluğa yeni başlayanların idman için kullandıkları bol ve gevşek yay (s. 43 ve 54).
    • ketame: bkz. çile
    • kınnap: Özel ip (s. 91).
    • kısm-ı a’la veya beyt-i a’la: Yayın başı (s. 112).
    • kısm-ı esfel veya beyt-i esfel: Osmanlılarda ayak denilen aletin ba­ şına Araplar tarafından verilen isim (s. 112).
    • kiriş endam: Ok boylarının bir çeşidi. Kiriş endam denen ok, boğazı ile beraber boyca üçte birine kadar yürüyüp baldırını temrene kadar farksız olarak indirip, boğazdan temrene dek boğaz, göğüs, baldır birbirinden fark­ sızdır. Bu puta ve torba gezi oku ise zeytuni denilen yuvarlakça temren ve pişrev, sala azmayişi ve haki cinsi ok ise soya ile tokça kullanılır. Kiriş en­ dam ok da önce havayı yararken şem’ endam ok gibi baldırı ince olmadığın­ dan genişçe yol açmasına dayanarak havada gidişi hızlı ve isabetteki tesiri de fazladır (s. 122).
    • koğaz: Ok yapımında kullanılan bir ağaç çeşidi (s. 121).
    • koşu: Ok atma yarışı (s. 15 vd.). Ayrıca Padişah tarafından verilen hediyelere, bağışlanan ihsana da koşu denir (s. 78).
    • koşu azmayişi: Bir çeşit ok. Bkz. şarif.
    • kulak: Zihgirin ardında olan meşin (s. 63, 88).
    • kullaplama/ küllablama: Yayı çengel şeklinde çekiş (s. 62).
    • kur’a: Ayrı ayrı ve bütün yarışçılar sözleşerek, hep birden bir yay ile veya başka başka yaylar ile ödül konarak veya ödül olmadan da beğendikle­ ri yere atarlar. Sonra her biri kendi yayı ile ve sözleşmelerine göre çeşit çeşit oklarla da atış yaparlar. Hatta hepsi bir yay ile atacak olurlar ise her bir cins oktan kaçar tane ise o sayıda oklarını ayrı ayrı demet ederler. Sonra hepsi zihgirlerini bilmedikleri bir adama vererek,  her  bir  demet  üstüne birer tane bıraktırırlar. Buna kur’a derler ve hangi şast hangi demet üstün­ de ise o zihgirin sahibi o ok demetini sahiplenir, artık her bir kişi bahtına çıkan o okları atar. (s. 150).
  • kuş dilli: Yaycıların ıstılahında kemiğin temiz olmaması, kuş dili şeklinde sivri sivri soyulup kalkması durumu (s. 111).
  • küşad: ok atma
  • ma’ces: bkz. ‘aces ve ma’ces
  • madayi: Sal denilen yerin sinirine Araplar tarafından verilen isim (s. 113).

1

salavat parmağını koyup, tırnağın diğer yarısının parmak tarafından açık kalması gerekir (s. 47). Asma mandal anlatılırken de şast parmağından sa­ lavat parmağının fazlaca açık tutulması ile ok teleğinin selamet bulduğu söylenir. Bu, hafif yaylara uysa da çok yayların çekilmesine mani olur (s. 49).

  • maza’:bkz. çile
  • mefruk/ hareke: Beğenilen bir atış şekli. Bu atışta yay sakince, ya­ vaşça çekilir. Ok siperde atış yerine yaklaşınca duraklama sonunda geriye kalan oku hızla çekip atmaktır. Yay çekenler arasında bu atış usulüne “ha­ reke” denilir (s. 49).
  • menza mathar: Menzile atılan ok (s. 132).
  • menzil bozmak: Menzil açmak (s. 152).
  • meseka: Meşin. Meseka kalın düştüğü için siperin içini yükseltir. İçi mesekasız olan siperler hava gezi denen yeleksiz ve soyasız ok atmakta engel teşkil etmez, belki hava alınmasına sebep olur (s. 92). Ayrıca meseka diye sahtiyan veya meşin içinin yontularak yalnız üst derisinin kalmasına denir (s. 92). Siper eşiği ve siperi tasmaya·yapıştırmak işine de “mesekala­ ma” denir. (s. 92).
  • mest ve kalem: Pirinçten yapılmış önünde çanak olan bir alet. Çana- ğına su konan bu alet, yayın sinirlenmesi esnasında kullanılır (s. 115).
  • meşk: Toplu ok atışı (s. 45).
  • metin: Yay kabzasının arkasının ortası (s. 42).
  • meydanlık: Kirişin ortasına sarılan bir karış ibrişim (s. 100-101 ve 103).
  • mınık: rüzgarsız gün (s. 150).
  • mincab: Türklerin hava gezi dediği yeleksiz ve temrensiz ok (s. 132).
  • rnurabba-i Haşim!: bkz. kabza-i evvel
  • musanna kabza: Dört parçadan yapılan bu kabzanın, zıvanasıyla birlikte boyuna akça ağaçtan konur ve üzerine iki taraftan bir de kabzanın arkasına istenilen boyda güzel ve biçimli üç parça kızılcık uydurulur. Buna musanna kabza denir (s.110).
  • müfezza: Bir ok çeşidi. Yelekleri cinsinden küçüktür (s. 132).
  • ok ayaklanmak: Okun ayağı yani temren ve soyalı olan ucu yere vu­ runca kırılır. Dört parmak bir karış dahi fazla olursa da, kırılan yerine uyan cinsten yani teli ve sıklığı ve rengi uyaiı çubuktan ekleyip onarmaya ok ayaklanmak denir (s. 133).
  • ok dokunmak: Bütün vücudu toplayarak ilme uygun şekilde atış ya­ parak, iki tonç beraber yaya oturup, hoş bir sesin işitilmesi ile okun düzgün, temiz ve yıldırım gibi çabucak havalanıp kavislenmeden gözden kaybolması (s. 69).
    • ok geçimi: Kabza boğazı (s. 104).
    • oku yaya uydurmak: Okun yay kabzasından dışarıda kalan yani ni­ şan olunan yerinden tutarak kabzanın ok geçimi ile okun nişan olunan ma­ hallini birleştirmeli, temren tarafını yani yaydan dışarı kalan yeri şavına, yay içinden çile düğümüne doğru yatırınca okun temreni çile düğümüne eşit gelirse işte o ok, o yaya uymuş olur. “Oku yaya uydurmalı” tabiri de bud ur (s. 104-105).
    • on iki tutam tirkeş: Bir çeşit yay (s. 100).
    • orta: Menzil müsabakatı için yapılan tımarlı yayların boyu dokuz tu­ tam olanlarına verilen ad (s. 105).
    • otuz akd/ otuz düğüm: bkz. kabza-i sanı (s. 44).
    • paça suyu tutkalı: Kulak ve paça suyu ile deriden de önce kaynata­ rak yağını aldıktan sonra eriyinceye kadar kaynatılıp yapılan tutkal (s. 112).
    • parça: Öküz sinirinin biraz kuruyunca, baş boyunca yani yayın bir başından diğer başına erişecek kadar yerlerin ortasından bırakıp, iki sinir başlarından fazlaları kesilir. Kesilen bu parçalara yay ıstılahında parça denir (s. 112).
    • peleng: Ok yapımında kullanılan bir ağaç çeşidi (s. 121).
    • plşrev oku: Küçük yelekli bir çeşit ok (s. 132). İsim verme sebebi okun ucu ikiye ayrılmış ardıcın her iki tarafından üstüne inmek sebebi ile pişleri yani önlerinin ileri gelmesi sebebiyledir (s. 126).
    • puta: Hedef
    • puta oku: Bir çeşit ok (s. 151).
  • rilhif: Önce tabla önüne vuran, sonra sıçrayarak tablaya vuran ok (s. 132).
  • rekbe ve rekbeteyn/ sal: Kasana bitişik yerden kabzaya doğru olan yerine Türkler sal; Araplar ise rekbe ve rekbeteyn derler (s. 112-113).
  • remy-i sedad: İp altından ok atma. Gerçekte asıl Sa’d bin Ebi Vak­ kas’ın yaptığı atıştır ve bu atış şekli pek çok harpte hedefi vurmada en uy­ gun olanıdır (s. 27 ve 57). İki buçuk zira-i mimari (2.00-2.25 cm) yüksekli­ ğinde ip gerilir. İpin yerdeki hizasından 2-2.25 metre gerisine oturularak atılır (s. 57).
  • remy-i sema: İp üstünden ok atma. Yarış ve menzil için yapılan uzun mesafe atışıdır (s. 29).
  • sahibü aşereti’l-aşere: On oku hedef şaşırmadan nişana isabet etti­ ren kişi (s. 51).
  • sak: Oku yirmi dörde bölmek suretiyle yirmi dört derece tabir ede­ rek şalvar denilen yerden aşağısına sak yani ayak denir (s. 127).
  • sakin: Yayı yavaşça çekerek atış yerine getirince, hiç hareket etme- den sükunetle düz olarak atmak (s. 49).
  • sal: bkz. rekbe ve rekbeteyn/ sal.
  • sal-ı kavs/ yay sah: kabza boğazı (s. 115).
  • sala koşusu: Aşağı koşusu (s. 105).
  • sarak: Okun nişanı vurunca delip geçerek düşmesi (s. 33).
  • sarsma: Yay eğer tımarlı yay ise yapısını bulup tımarını alma (s. 117).
  • saz etme: Yaya düzen verme. Ok atanın şast ve kabzayı vücuduna, şekline ve atışına, tarif edilen üç kurma şeklinden hangisinin uygun düşece­ ğine göre olmalıdır: Döşekli veya dar çileden hangisinin uyacağını ve kasan­ ları düzce ya da kıvrık olarak hangi çeşidi ile oku ziyade yürüttüğüne dikkat etmelidir (s. 107).
  • saz telli: Ok yapımında kullanılan bir tür ağaç (s. 121).
  • sepet: Hedef (s. 128).
  • ser’an::bkz. çile
  • serkebed-i kavs: Tir geçimi ve kabza boğazına Arapların verdiği ad

(s. 113).

  • sevb: Kolbağı,. pazubend (s. 30-31).
  • sığama: Okçulukta kullanılan bir alet (s. 119-120).
  • siham: En iyi olan ve diğer ok çeşitlerinden üstün ve ayrı olan okla­ ra verilen isim (s. 132).
  • siper: Bağa ve balık dişi ile öküz ve manda boynuzlarından yapılır. Asıl kullanılanı manda boynuzundan yapılanıdır. Hatta ablağından yani dolgun ve değirmi tarafından olursa daha iyidir (s. 89).
  • soya: Okun ucundaki kemik (s. 68).
  • şahıs: Okun tabla üstünden geçtiğini atana görene denir (s. 132).
  • şahlanmak: Yukarı kalkmak. Yumruk kalkarsa okun ucu kalktığı mertebe ileri varmalıdır (s. 63).
  • şakku’l-zufr: Baş parmağın tırnağının yarılması. Ok .atmadaki beş kusurdan biridir (s. 140).
  • şakku’l-zufri bi’l-‘arz: Baş parmağın tırnağının enine yarılması (s. 140).
  • şalvar: Oku yirmi dörde bölmek suretiyle yirmi dört derece tabir ederek gez dudaklarından on yedi buçuk derece olan göbek ortasından altı, altı buçuk derece mahalline denir (s. 127).
    • şarid: Hedefi vuran ok (s. 133).
    • şarif: İnce ve uzun oktur, Osmanlılar koşu azmayişi der. (s. 132).
    • şarim: Nişana doğru varmayan ve yan giden ok (s. 132).
  • şast: Sağ el baş parmağına takılan atış yüzüğü, zihgir (s. 43). Aynı zamanda ayak yerinden hava yerine karşı durulunca sağ tarafa da şast denir (s. 153).
  • şasta bak, kabzaya bak: Ok atıcılığında hava sebebiyle veya yanlış­ lıkla yolundan dışarı olan .ok şast tarafına atılır ise, “ya Hak” sözünden sonra “şasta bak”, kabza tarafına atılır ise “kabzaya bak” diye bağırılır (s. 153).
  • şast-ı küşad: atış parmağı (s. 47-48).
  • şedidü’l-kabzateyn ve murabba’u’n-noktateyn: Sağ eli şastı ve sol eli kabzayı kuvvetlice tutup iki yumruk bir ok ve şiddetli şekilde ok atmak (s. 44).
  • şem’ endam: Ok boylarının bir çeşidi. Boğazı incedir ve boyundan üçte bir kısmı gerdanlık olup gitgide fare kuyruğu şeklinde incelir (s. 122).
  • şems tımarı: Atış yayları ile diğer bazı yaylar kurulu iken güneşte kalınca gevşer ve eğrilir. Kurulmadan kese içinde güneşe konmalı, birkaç gün birkaç saat durumuna göre tımarını vermelidir. Sapması yani çarpık ve eğriliği görülürse düzelterek yasmah ve rüzgara karşı gölgeye asmalıdır. Güneşin sıcaklığı kavsten kaybolduktan birkaç saat geçince kurularak atılır. İşte buna güneş bakımı veya şems tımarı derler (s. 97).
  • şemşlr-i mah1: Balık dişinin somsuz yeridir. Zihgir yapımında kulla­ nılır. Halk arasında yanlış olarak şlı:-i mah1 denilir (s. 88).
  • şer’a: Haddinden ziyade kalın çile (s. 104).
  • şey’-i ulya ve şey’-i süffa: Arkasında balık sırtılık olan kasana Arap- ların verdiği ad (s. 112-113).
  • şlr: bkz. çile
  • şlr-i mah1: bkz. şemş1r-i mah1
  • tark: Çile vesilesiyle veya başka sebeple ok atma sırasında ortaya çıkan çirkin ve istenilmeyen ses. Ok atmadaki beş kusurdan biridir (s. 139).
  • tark-ı n’.\y-ı yemin: Çilenin sağ yanağa dokunarak ses çıkarması. (s. 139).
  • tark-ı şast: Çilenin baş parmağa dokunarak ses çıkarması (s. 140).
  • tark-ı zekan: Çilenin çeneye dokunarak ses çıkarması (s. 140).
  • tarku’l-bazu: Koldan ses ortaya çıkması (s. 139).
  • tarku’l-menkib:  Tark denen sesin omuz başından  peyda olması (s. 139).
    • tarz-ı has: Ok boylarının bir çeşidi. Tarz-ı has boyun, boğazı incerek, bedeni de göğüslüce olur. Boyundan üçte birine varınca baldırda tamamla­ nır. Bedenden baldır şem’endam gibi pek incelmez (s. 122).
    • ta’şin: Demir tarak (s. 113).
    • tayfa vusta: Kasan gözü. Kasan ile “sal”ın birlikte olduğu yere Türk­ ler kasan başı ve kasan gözü derken, Araplar tayfa vusta derler (s. 113).
    • tekne kuran: Tımarlı ve tımarsız yayların kuruluş şekillerinden biri. Tirkeş ve puta yaylarına uygun olan şekildir (s. 106).
    • tencek: Kemik sarma esnasında kullanılan bir alet. Parmaksız çolak bir ele benzeyen bu alet kızılcık ve şimşir ağacından yapilır. Sanki dirseğe kadar boyda olup ip ona dolaştırılır, yumruğa benzeyen yeri ile de sıkıştırı­ larak sarılır. İyice sarılınca bir kere bakıp bu tencek denen aletin zoru ile yaya eğrilik gelmiş ise daha sıcaklığı geçmemiş iken yay tezgahına vurarak doğrultulur. Sonra asılır; eğer dikkat olunmaz ise o eğrilik sonra düzelmez. Kuruyunca kenarlarından dışarı taşmış tutkal ile gereken yerlerini, karın, sırt ve kenarlarını düzeltip temizlemek gerekir (s. 114).
    • tepelik: İyi kurulmuş yay şeklinde bir çift şemşirden yapılmış direk

(s.117).

  • tımarlı yay: Bakımlı yay (s. 67).
    • tirkeş: Bir savaş oku (s. 54).
    • tonç: Yayın iki tarafından kirişin geçirildiği ilmekler (s. 62).
    • torba: Hedefte ok sehpası (s. 43).
    • torba oku: Bir çeşit ok. Bu ok, puta ve azmayiş oklarının boyunda olur (s. 128).
  • ukbe: Gez yerinden yukarı olan kertiğin ucuna Arapların verdiği ad (s. 113).
  • ukr: Ok atmadaki beş kusurdan biridir. Ukr-ı mecra, kabza yumru­ ğunun tir geçiminden yaralanıp parçalanması anlamına gelir (s. 140).
  • utra: Gez yerinden yukarı olan kertiğin ucuna Arapların verdiği ad (s. 113).
  • ütü: Ucu maşa gibi yassı ve cilalı olan dağlak demir (s. 131).
  • vasat-ı göbek/ göbek ortası: Oku yirmi dörde bölmek suretiyle yir­ mi dört derece tabir ederek gez dudaklarından on buçuk, on bir derecesine vardığında buna göbek ortası denir (s. 127).
  • vasıt!:Bir yay çeşidi (s. 32).
  • vavbık: Okun nişana vurmadan yanına düşmesi (s. 33).
  • veter: Yayın kirişi (s.15).
  • yassı zeytuni: Üç kenarlı kısa üçgenlere benzeyen temrenlere denir. Hemen her çeşit demiri deler (s. 131).                                                                            ·
  • yay kemendi: Kement, üç parmak eninden eksik ende veya tokmak kayışından her iki başına kuvvetli olarak tek parça ikişer demir halka geçiri­ len eşyadır. O halkaların bireri kemendin kendisine ikincisi de diğer halkaya geçer (s. 97).
  • yay salı: bkz. sal-ı kavs
  • yay tezgahı: Kertikli tahtadan yapılma tezgah (s. 110-111).
  • yayı oka uydurmak: Oku yaya uydurmak gerektiği gibi, yayı da oka uydurmak gerekir. Bunun için ölçmek ve yaya uygun bağlanmış çile ile yay kurmak gerekir (s. 104).
  • yeksüvar: Pişrev adı ile kullanılan ok (s. 126).
  • yen giymek: Yay kirişinin kolu incitmemesi için sevb denen kolbağı takmak (s. 30),
  • yen itme: Yayın kola çarpması. Bunun sebebi yumruğu sol tarafa meylettirmek gerekirken, sağa eğdirmektir. Bir de yumruğu kırk dört dere­ ceden cemre misal ok yürütmek üzere alın hizasına kaldırınca omuzdan dirseğe kadar kolun üstü karşılıklı olarak sol dirseği sağ tarafa gizli bir me­ yil ile, yumruk sağa sola sapmadan tutmamaktan, sonra kabza gevşek olup yay kabzası döndüğü için olur (s. 44, 134 ve 139). Özellikle yaz günlerinde el terlediği için ok atma sırasında kabza dönerek yen itme tabir olunan kiriş kola çarpma ve ok kabzaya vurma gibi olumsuzluklara yol açar. (s. 43).
  • yevm-i meydan: Ok atışlarının yapıldığı gün (s. 150).
  • yevmiye: Günlük ok atışı (s. 64).
  • yirmi dört kırat: Yumruğa gelen ok (s. 54).
  • zafer gasfün fark: Kasan ucu. Çile düğümünün geldiği kasan ucu de­ nen yere kadar Araplar zafer gasfün fark derler (s. 113).
  • zalic: Yaydan hiddet ve şiddetle fırlayan ok (s. 132).
  • zemhar: Zemhare cinsinden uzun ve bir cinsi öteki çeşit oklardan uzun olan ok cinsi (s. 132).
  • zerka: Berelenme ve şişme. Ok atmadaki beş kusurdan biridir (s. 141).
  • zergerdan: Pişrev adıyla kullanılan ok. İkisi de aynıdır; fakat farkı boğazına ustanın nişanı olan işaretin sağrısını, arka kısmını altın telden sararak, soya yerine temren takarlar (s. 126).
  • zeytuni: Bir çeşit temren. Puta ve azmayiş oklarındaki gibidir, fakat ucu sivri değil yuvarlakçadır. Sala okları ve torba gezlerinde görülenlere benzer (s. 131).
  • zıvana: Kabza uçlarını iki tarafından birer karış yassı ve uzun bıra­ kıp, salları da yarıp geçirilen yer (s. 110).
  • zihgir: Atış yüzüğü (s. 30). Sağ elin şast parmağını kirişin zarar ve­ rip acıtmasından korumak için takılan belirli bir alettir. Bu alet altın, gümüş, yeşimden yapılır. Ayrıca her türlü hayvan boynuzlarının dolgun yerlerinden olur. Ama en üstünü balık dişinin şemşir-i mahi yani balık kılıcı diye bilinen somsuz yerinden ya pılır. Buna halk arasında yanlış olarak şir-i mayi derler. İyice parlatıldığı ve parlaklığı gitmediği için az zamanda sararmaz. Fil dişin­ den yapılmasında da bir beis yoktur; hatta cepte bulunursa namaza da mani değildir. Fakat bu çabuk sararır. Mühre denilen geyik boynuzunun deriye yakın yerinden de ya pılır. Yukarısından yapılmaz. Çünkü yukarı kısmın içi gevşektir ve hiç parlatılmaz. Fakat diğer boynuzlar gibi sert olmayıp pek parlak olmazsa da alıştırma atışlarında kullanılması şast parmağına uygun düşer ve yumuşaklık verir. Gergedan boynuzundan yapılan zihgir, bu yönü ile geyik mühresine göre üstün ve daha uygundur (s. 88).
  • zira: Arapların zira-ı mürekkeb-i Arabi tabir ettikleri ölçüdür. Buna göre altı buçuk tutama bir zira denir (s. 108).
  • ayak taşı: Menzillerde ok atılacak yere dikilen taş (s. 153).
    • ayir hacer: İstenilen menzil ve nişana ulaşamayan ok (s. 132).
    • ayir: Yeleği haddinden uzun olan ok (s. 132, 133).
    • azmayiş: Bir ok çeşidi. Azmayiş okunun iki çeşidi vardır. Bir cinsi iki buçuktan üç buçuk dirheme kadar bakkam, gez, demir temren ile sala koşu­ suna tahsis edilir. Bir çeşidi de gez ve temren, yalnız sahiplerine göre hilk! oktan ağır, kanat kuğu, kuyruk karabatak ve başka oklardan olursa, haki ok gibi yeleklenip meseka atılır. Her iki cinsin de boyları mimari zira’ ile yirmi bir parmaktır. Birbirlerinden farkı ağırlığı ile çubuğunun en üstününden olur (s. 128).
    • bakkam: Boyacıların kullandığı gez yerine konulan kırmızı ağaç (s. 121).
    • billa tir: Yüksekten ok atmak (s. 67).
    • baş-pare: bkz. gez
    • Behram!/ Husrev!Kabza: Bir sebebe bağlı olarak yahut bir usta ve­  ya asıl ehlinden öğrenmeden meşk ile kararlamasına, alelade şekilde, alış­ maya bağlı olarak değnek tutar gibi kavrayıp, salavat parmağı kabza ardın­ dan dolaştırıp, baş parmağı da salavat parmağı üzerine koymak ve orta parmak muşamba üstünden, diğerleri de geldiği gibi kavrayıp ok atma şekli (s. 45).
    • Beyazıt yayı: Usta Bayezid tarafından yapılan yay çeşididir. Bu yay- ların başları uzundur (s. 108).
    • beyt-i a’la: bkz. kısm-ı a’la
    • beyt-i esfel: bkz. kısm-ı esfel
    • binci: bin gez atabilen ok atıcısı (s. 79).
  • boğaz: Oku yirmi dörde bölmek suretiyle yirmi dört derece tabir ederek gez dudaklarından dört derecesi (s. 127).
  • boy: Menzil müsabakatı için yapılan tımarlı yayların boyu on tutam olanlarına verilen ad (s. 105).
  • bulutların üstüne alması: Bulut akışının bir katının yerdeki havaya uygun ve bir katının da zıt olması dolayısıyla yaşanan durum, soya atılan okun hava alması (s. 95).
  • cani: Puta oku (s. 132).
  • cay-i kadem: Ok atılacak yer (s. 153).
  • cecer: bkz. çile
  • cüz: İnsanın elinin içi ile parmaklarının arası (s. 42).
  • çağ: “Çubuğun iyi ve üstün olması ciladan sonra önceki halinden daha da ortaya çıkar. Bunda çağına bakmak gerekir. Bunu bilmek için sol elin baş ve orta parmak tırnaklarını ağız ağza dayayıp oku yeleğinin aşağı-

sından tırnağın üstüne dayamalı, sonra uç demiri (temreni) sağ el ayasının ortasına gelmek üzere baş ve orta parmaklarla yukarısından iplik iğini kıvı­ rır gibi kıvırıp bırakıldığı zaman sağ el ayasının içinde temren dik ve doğru şekilde ne kadar hızlı ve çok dönerse o kadar eğriliklerden kurtulmuş olma­ sına delildir. İşte buna “ayıplardan kurtulup uzaklaşmış” anlamında çağ derler.” (s. 121).

  • Çağa tutkalı: En iyisi Gelibolu civarında Çağa adlı bir köyde yapılan tutkal çeşidi. Okçulukta kullanılan bir malzemedir (s. 109).
  • çatkı: Salların uçlarının ok geçiminden kabza üstüne doğru olan kabza boğazı ile imtizaç ettirilerek uygun hale getirilmesi (s. 113).
  • çavuş: Çavuş oku gezi. Fındık şeklinde tek parça kemikten çevrile­ rek bir tarafı gezin ve okun ucuna uygun inceltilerek soya takılır gibi oka geçirilir. Temren şeklinde sivrice ucunun yanından okun ortasına doğru ince matkap ile çarpık olarak delinir. Putaya takılmış olursa çavuş derler (s. 129).
  • çekiş çıkarma: (Yay için) çekişi artırma, yayın kolay çekilmesi (s. 107).
  • çelenk: Okun başındaki yelek (s. 127).
  • çelik: Kabza içinin ortası (s. 118).
  • çile: Kiriş (s. 43). Çilenin diğer isimleri ise vetr, ketame, maza’, hecar, cecer, ser’an, şer’a, hasibe, hasib, şirdir (s. 104) .
  • dalif: Tablaya isabet eden, fakat geçmeyip sekip düşen ok (s. 132).
  • damak/ damag: Zihgirin parmak memesine gelecek yeri (s. 88).
  • deste: Otuz ;ıdet hava gezi oku bir deste olarak adlandırılır (s. 129).
  • devşirmeli ve döşekli: Yarış menzili yaylarının dar çile oku oynattı­ ğı, bol çile de menziline E!ngel olduğu için, döşekli olması lazımdır. En iyisi ve uygunu yayı kurmalı, kabza ortası çelik denilen kemiğin üstünden, ta­ mamı yedi parmak olan mimari zira ölçüsüne uygun olarak, kirişin ortasına ölçülmelidir. Bu hesaptan iki bıçak arkası dar olursa devşirmeli ve o kadar bol olursa döşekli adı verilir (s. 99).
  • doksan dokuz akd: Kabza·i evvelin İmam Taberi tarafından adlan· dırılışı. bkz. kabza-i evvel.
  • dolap/ dolab: Yumruğu fazla kıvırmak, bilekten yere doğru fazla meyillemek. Bu durum okçulukta hoş karşılanmaz (s. 128-129 ve 50).
    • dört kırat: Yumruğa gelmeyip kabzanın arkası hizasından atılan ok (s. 54).         ·
    • ehze: Çok hızlı giden, vuruşlu ve delici ok. Okların hayırlısı ve en iyi· si diye anılır (s.132).
    • emrat: Yeleği düşen ok (s. 132).
  • farz kuzr hazz: Çile takılan kertiğe Türkler gez, Araplar ise farz kuzr hazz derler (s. 113 ve 99).
    • fer: Ne şekil ve çeşitte olursa olsun nişanı birden fazla vurmak (s.

33).

  • feres: bkz. araf ve feres
  • fincanı düşürmek: Atış anında yumruğun sağa sola meyletmesi. Şast

yumruğunun tamamı da atış anında üç tarafa eğdirmeden yalnızca yere doğru meyil göstermek, kısacası atış anında bütün yumruğun aşağı bakması beğenilen bir durumdur. “Bu durumda yumruk elin üstüne su ile dolu fin­ can konulsa atış anında bile düşmemeli ve içindeki su dökülmemeli” derler. Hatta ok atanlar şast yumruğunu sağa sola meylettiren kimseye, “kabza-daş fincanı düşürürsün”, daha fazla meylettirdiği zaman da, “Fincanı düşürdün” diye şakalaşırlarmış (s. 49).

  • gaffara ve mehşa: Kabza arkasına vurulan sinire Arapların verdiği ad (s. 113).
    • gayet-i kabza: Kabza sargısı veya çıkıntısı (s. 58).
    • gelişli: Yayın kolay çekilebilir olması (s. 118).
    • gez: Hangi çeşidi olursa olursun okun çileye yani kirişe takılan başı­ na gez denir. Fakat hava ve torba gezlerinde tek parça kemik geçirildiği için baş-pare adını vermişlerdir. Ayrıca diğer oklara tarif olunduğu gibi bazı ablak yaban keçisinin boynuzundan yekpare ve bakkam gibi iki parça da olsa yine tek parçaya benzedikleri için baş-pare denmeyip gez derler (s. 125).
    • gezlemek: Gezi kirişine takmak (s. 63).
    • göbek ortası: bkz. vasat-ı göbek
    • gül: Meydanlık başları ile tonç düğümü arasına sarılan sargı (s.

104).

  • güneş tımarı verme: Yayı güneşe asma (s. 118).
    • haba: Bir tür ok (s. 132).
    • hadde putası: Puta oklarının bir çeşidi. Bu cins putadan daha hafif ve yelekleri de putadan kısa ve ensizdir. Kartal ve kuğu kanatlarından yelek vurulur. Boyları azmayiş oku boyundadır. Farkı ağırlığı ile yeleğindedir (s. 151). Talim ve tatbikat içindir (s. 128).
    • haki: Bir çeşit ok (s. 68). Talim ve tatbikat içindir (s. 128).
    • harab1: Okun, nişanın önüne vurduktan sonra sıçrayıp nişanı vur­ ması (s. 33).
    • harbeli ok: Kısa mızraklı harp oku (s. 54).
    • hareke: bkz. mefruk

398 • Esra Egüz

  • hareke-i siperiyye: Ok ucunun siperin içinden şiddetle geriye sıç- raması (s. 63).
  • hasib: Yayda durmayan çile (s. 104).
  • haslbe: İnce ve daima yay üstünde duran çile (s. 104).
  • haşr: En iyi olan ve diğer ok çeşitlerinden üstün ve ayrı olan oklara verilen isim (s. 132).
  • hatre: Kabza yumruğu ile okun siperle ilgili harekete sebep olan kabza muamelesi (s. 72).
  • hava eylemek: Havacıların atışa başlanacağı zaman içine taş bağla­ dıkları tülbentlerini havaya atmaları (s. 151).
  • hava gezi oku: Bir çeşit ok. Bu ok, puta ve azmayiş oklarının boyun­ da olur (s. 128). Yeleksiz ve soyasızdır (s. 68).
  • hava yeri: Okun düştüğü yer (s. 153).
  • havacı: Atışlarda yarış yerinde durup okun düştüğü yeri ayak ye­ rinde duranlara bildiren görevliler (s. 151).
  • havarık: Okun nişanı delip öteki tarafından çıkıp gitmesi (s. 33).
  • havasık: Okun nişanı delip yeleğine kadar geçip üstünde düşer gibi durması (s. 33).
  • hecar: bkz. çile
  • heza: Ok çantasında tek kalan ok (s. 133).
  • Hıtayi: Kirişin iki ucuna bağlanan tonç. Hıtay şehrinden ortaya çık­ ması sebebi ile bu adı almıştır (s. 100).
  • Hicaz!: Bir yay çeşidi (s. 32).
  • hilal kuran: Tımarlı ve tımarsız yayların kuranlarından biridir. Tek­ ne kuranın dönüşü arasından kasanlara doğru dönüp kasanlardan başları geriye kurulur. Müsabakat menzili yaylarının tımarlı ve tımarsızına bu daha uygundur (s. 106).
  • huşrun: En iyi olan ve diğer ok çeşitlerinden üstün ve ayrı olan ok­ lara verilen isim (s. 132).
  • ıtlak/ oku boşandırmak: Ok atmak (s. 49).
  • ibriş: Bir çeşit ok. Diğer oklar gibi hızlı gitmez, hantal hareketlidir (s. 68). Puta, hadde putası, adi azmayiş, hilki ve karabatağın sığmadığı mey­ danda tatbikatı.n bırakılmaması için icat edilmiştir (s. 128).
  • ihtilas: Yayı gizli olarak süratle çekip, yay dolup şast atma yerine gelince, tereddütsüz duraklamadan atmak (s. 49).
  • ilk tutuş: bkz. kabza-i evvel.
  • iki çekme bir sürme: Dirsekler ve iki el daima birbirinin. karşısında ve aynı hizada olacak şekilde kabza yumruğu nişana alınan yerden hiç oy-

namadan, kabza yumruğunu ileri sürer gibi dayanarak öyle terazilenmesi (s. 60-61).

  • irti’aş/ raşe tutma: Titreme. Ok atmadaki beş kusurdan biri (s. 142).
    • isabe/ ısabe: Yay kabı  (s.15).
    • kaba telli: Ok yapımında kullanılan bir ağaç (s. 121)
    • kabak: Aydın ve Menemen havalilerinin genç uzun boynuzlu öküz­ lerinin boynuzlarından yapılan bir tür yay kemiği vardır. Kabak tabiri, boy­ nuz hayvanın başında iken dış tarafına gelen yeri için kullanılır (s. 111).
    • ka’be: Yayın kabzası, iç tarafının ortasıdır. Burası iki tarafın kemiği­ nin uçlarının birleştiği ve kalemtıraş arkası kadar büyüklükte çelik tabir olunan beyaz kemiğin konulup yer alacağı ara yerdir. Çelik buraya konulun­ ca yayın iki tarafının kemikleri çeliğe iki yandan tutturulunca sanki “ka’b” ikileşir. Yani bir aralığın ortasına bir şey konulunca aralık iki olur. Ayrıca biri yukarı biri de aşağı olur. Bir de “kavseyn” tabirinden kasıt yine “bir yay” demektir (s. 37).
    • kabız: Faydası görülen ok (s. 132).
    • kabz, akd, medd ve ıtlak: Kabza tutmak, mandallamak, çekmek ve atmak (s. 50).
    • kabza: Yayın kabzasının arkasının ortasını sol elin ayası ile parmak­ ların birleştiği yer olan kısmına koymak (s. 42). Ayrıca ayak yerinden hava yerine karşı durulunca sol tarafa da kabza denir (s. 153).
    • kabza kuran: Tımarlı ve tımarsız yayların kuruluş şekillerinden biri. Kabza kuran, kabza başlarından gizli döndürme ile devre başlar, kasanları­ na kadar gider. Daha çok kullanılmakla da bu şekli ortaya çıkarır. Bu, meşk yani talim için uygundur (s. 106).
    • kabza-i İshaki: İshak tarzı tutuş. İshak’ın elleri orta büyüklükte ol­ duğu için yayın kirişini baş parmağın enine koyarmış (s. 46).
    • kabza-i evvel/ ilk tutuş/ murabba-i Haşimi/ Doksan dokuz akd: Yumruğu, sol tarafa bilek sağa meyilli olarak bilekten mümkün olduğu ka­ dar yere meylettirmek, bilek oka meyilli şekilde olarak tutmak ve ok bilek siperinden kurtuluncaya kadar bu tutuşu bozmamak şeklindedir (s. 43).
  • kabza-i sani/ kabza-i Tahir-i Belhi: Bu tutuşta baş parmak muşam­ ba üstüne değil orta parmağın üzerine konmalı; diğer parmaklar kuvvetlice tutulmalıdır. Tutmaya “otuz düğüm” derler. Şişman elli, kısa parmaklı olan­ ların bir kısmı böyle tutar, buna kabz-ı Tahir-i Belhi, Belhli Tahir’in tutuşu denir (s. 44-45).
  • kabza-i Haşimi: Haşimi tarzı tutuş. Ebu Haşim uzun parmaklı oldu­ ğu için yayın kirişini baş parmağın uç kısmındaki boğumuna getirip üç par­ mağını yumup orta parmağı üstüne kuvvetlice koyup, iki yumruk bir düz

400 • Esra Egüz

çizgi gibi kulak deliğine kadar çekip parmak tırnağını kulak deliğinin üstüne getirerek ok atarmış (s. 45).

  • kabza-i Taberi: İmam Taberi tarzı tutuş. Taberi akdde Tahir ve İs­ hak tutumunun ortasında gitmeyi tercih etmiştir (s. 46).
  • kabza-i Tahir-i Belhi: bkz. kabza-i sani. Belhli Tahir kısa elli olduğu için akd-ı şast ettiği zaman yayın kirişini baş parmağın enine koyarak, baş parmağı düz tutup ulaşabildiği kadar tırnağı ile baş parmak ucunu orta parmağa kuvvetlice yapıştırıp sonra da şahadet parmağını baş parmağının tırnağı üzerine yetiştiği kadar kıvırıp iki kabza birbirine karşılıklı olarak yanak üstünden çekip kabza tarafı hareketsiz ve kuvvetli şast tarafı çok şiddetli ve hemen çekerek atış anında baş parmak kulak deliğinin altında ve şahadet parmağı kulak deliği dışında yani kulak memesi atıştan sonra baş parmakla şahadet parmağının arasında kalırmış (s. 45).
  • kabzaya bak: bkz. şasta bak, kabzaya bak.
  • kamçı: zihgirle okun siperle ilgili hareketine sebep olan kabza mu­ amelesi (s. 72).
  • karabatak: Bir çeşit ok (s. 68). Karabatak ve haki oklarında vücut duruşunun boyu, soya ve gez oklarından farklı değildir. Fakat bunların piş­ rev okundan farkı yeleğinin bulunmasıdır. Yelekleri sebebi ile pişrevin bo­ ğazı kısadır, bunların boğazı ise yelek yatımı hi\sıl olması için pişrevden uzun olur (s. 127). Talim ve tatbikat içindir (s. 128).
  • karın: Aydın ve Menemen havalilerinin genç uzun boynuzlu öküzle­ rinin. boynuzlarından yapılan bir tür yay kemiğinin iç tarafına gelen yer (s. 111).   . .
  • kam: iÇine ok konan hayvan derisinden yapılmış bir kap (s. 22).
  • kasan başı/ kasan gözü: Tonç düğümünün altı (s. 113). Bkz tayfa vusta.
  • katnata: Hadde putası. Puta okunun incesi (s. 132).
  • kavs: Kabzanın iki tarafında olan eğriliktir. Bunların bir yere geti­ rilmesi ile bir yay meydana gelir (s. 37).
  • kaygan: Yaycıların ıstılahında kemiğin temiz ve saf olmaması, kemi­ ğin pul pul kalkarak soyulup dökülmesi (s. 111).
  • kazazin: Bir tür ok (s. 132).
  • kemik sarmak: Kabza ve sallarının kemik üstünü ateşe tutarak, ta­ mam somun şeklinde kemiğin üstü kızarınca iki kişi karşılıklı oturup biri kasanlarından tutar. Karşısında bulunan da kabzadan kasan ·gözlerine va­ rıncaya kadar parmak kalınlığında kuvvetli canlı bir ip ile sarar. Hava ve yerine göre beş altı saat geçtikten sonra sarılan ipler kesince çözülmeyecek kadar büsbütün nemini çekip kurumadan, ipleri çözmek gerekir. Salları da ısıtılarak biri kasanlardan tutup diğeri sallarını sarar. Kuruyunca çözerek üç

beş saat yanında durmalıdır. Sonra büsbütün kuruması için mangal hizasın­ da bir iki zira yükseğe asılan yay askısına konmalıdır. D<ıha sonra ise sinir­ lenmeye başlanır, buna kemik sarmak denir (s. 114).

  • kepaze: Okçuluğa yeni başlayanların idman için kullandıkları bol ve gevşek yay (s. 43 ve 54).
    • ketame: bkz. çile
    • kınnap: Özel ip (s. 91).
    • kısm-ı a’la veya beyt-i a’la: Yayın başı (s. 112).
    • kısm-ı esfel veya beyt-i esfel: Osmanlılarda ayak denilen aletin ba­ şına Araplar tarafından verilen isim (s. 112).
    • kiriş endam: Ok boylarının bir çeşidi. Kiriş endam denen ok, boğazı ile beraber boyca üçte birine kadar yürüyüp baldırını temrene kadar farksız olarak indirip, boğazdan temrene dek boğaz, göğüs, baldır birbirinden fark­ sızdır. Bu puta ve torba gezi oku ise zeytuni denilen yuvarlakça temren ve pişrev, sala azmayişi ve haki cinsi ok ise soya ile tokça kullanılır. Kiriş en­ dam ok da önce havayı yararken şem’ endam ok gibi baldırı ince olmadığın­ dan genişçe yol açmasına dayanarak havada gidişi hızlı ve isabetteki tesiri de fazladır (s. 122).
    • koğaz: Ok yapımında kullanılan bir ağaç çeşidi (s. 121).
    • koşu: Ok atma yarışı (s. 15 vd.). Ayrıca Padişah tarafından verilen hediyelere, bağışlanan ihsana da koşu denir (s. 78).
    • koşu azmayişi: Bir çeşit ok. Bkz. şarif.
    • kulak: Zihgirin ardında olan meşin (s. 63, 88).
    • kullaplama/ küllablama: Yayı çengel şeklinde çekiş (s. 62).
    • kur’a: Ayrı ayrı ve bütün yarışçılar sözleşerek, hep birden bir yay ile veya başka başka yaylar ile ödül konarak veya ödül olmadan da beğendikle­ ri yere atarlar. Sonra her biri kendi yayı ile ve sözleşmelerine göre çeşit çeşit oklarla da atış yaparlar. Hatta hepsi bir yay ile atacak olurlar ise her bir cins oktan kaçar tane ise o sayıda oklarını ayrı ayrı demet ederler. Sonra hepsi zihgirlerini bilmedikleri bir adama vererek,  her  bir  demet  üstüne birer tane bıraktırırlar. Buna kur’a derler ve hangi şast hangi demet üstün­ de ise o zihgirin sahibi o ok demetini sahiplenir, artık her bir kişi bahtına çıkan o okları atar. (s. 150).
  • kuş dilli: Yaycıların ıstılahında kemiğin temiz olmaması, kuş dili şeklinde sivri sivri soyulup kalkması durumu (s. 111).
  • küşad: ok atma
  • ma’ces: bkz. ‘aces ve ma’ces
  • madayi: Sal denilen yerin sinirine Araplar tarafından verilen isim (s. 113).

402 • Esra Egüz

1

  • mandal: Kilit. Baş parmağın tırnağı ucundan yarısı örtülecek kadar

salavat parmağını koyup, tırnağın diğer yarısının parmak tarafından açık kalması gerekir (s. 47). Asma mandal anlatılırken de şast parmağından sa­ lavat parmağının fazlaca açık tutulması ile ok teleğinin selamet bulduğu söylenir. Bu, hafif yaylara uysa da çok yayların çekilmesine mani olur (s. 49).

  • maza’:bkz. çile
  • mefruk/ hareke: Beğenilen bir atış şekli. Bu atışta yay sakince, ya­ vaşça çekilir. Ok siperde atış yerine yaklaşınca duraklama sonunda geriye kalan oku hızla çekip atmaktır. Yay çekenler arasında bu atış usulüne “ha­ reke” denilir (s. 49).
  • menza mathar: Menzile atılan ok (s. 132).
  • menzil bozmak: Menzil açmak (s. 152).
  • meseka: Meşin. Meseka kalın düştüğü için siperin içini yükseltir. İçi mesekasız olan siperler hava gezi denen yeleksiz ve soyasız ok atmakta engel teşkil etmez, belki hava alınmasına sebep olur (s. 92). Ayrıca meseka diye sahtiyan veya meşin içinin yontularak yalnız üst derisinin kalmasına denir (s. 92). Siper eşiği ve siperi tasmaya·yapıştırmak işine de “mesekala­ ma” denir. (s. 92).
  • mest ve kalem: Pirinçten yapılmış önünde çanak olan bir alet. Çana- ğına su konan bu alet, yayın sinirlenmesi esnasında kullanılır (s. 115).
  • meşk: Toplu ok atışı (s. 45).
  • metin: Yay kabzasının arkasının ortası (s. 42).
  • meydanlık: Kirişin ortasına sarılan bir karış ibrişim (s. 100-101 ve 103).
  • mınık: rüzgarsız gün (s. 150).
  • mincab: Türklerin hava gezi dediği yeleksiz ve temrensiz ok (s. 132).
  • rnurabba-i Haşim!: bkz. kabza-i evvel
  • musanna kabza: Dört parçadan yapılan bu kabzanın, zıvanasıyla birlikte boyuna akça ağaçtan konur ve üzerine iki taraftan bir de kabzanın arkasına istenilen boyda güzel ve biçimli üç parça kızılcık uydurulur. Buna musanna kabza denir (s.110).
  • müfezza: Bir ok çeşidi. Yelekleri cinsinden küçüktür (s. 132).
  • ok ayaklanmak: Okun ayağı yani temren ve soyalı olan ucu yere vu­ runca kırılır. Dört parmak bir karış dahi fazla olursa da, kırılan yerine uyan cinsten yani teli ve sıklığı ve rengi uyaiı çubuktan ekleyip onarmaya ok ayaklanmak denir (s. 133).
  • ok dokunmak: Bütün vücudu toplayarak ilme uygun şekilde atış ya­ parak, iki tonç beraber yaya oturup, hoş bir sesin işitilmesi ile okun düzgün, temiz ve yıldırım gibi çabucak havalanıp kavislenmeden gözden kaybolması (s. 69).
    • ok geçimi: Kabza boğazı (s. 104).
    • oku yaya uydurmak: Okun yay kabzasından dışarıda kalan yani ni­ şan olunan yerinden tutarak kabzanın ok geçimi ile okun nişan olunan ma­ hallini birleştirmeli, temren tarafını yani yaydan dışarı kalan yeri şavına, yay içinden çile düğümüne doğru yatırınca okun temreni çile düğümüne eşit gelirse işte o ok, o yaya uymuş olur. “Oku yaya uydurmalı” tabiri de bud ur (s. 104-105).
    • on iki tutam tirkeş: Bir çeşit yay (s. 100).
    • orta: Menzil müsabakatı için yapılan tımarlı yayların boyu dokuz tu­ tam olanlarına verilen ad (s. 105).
    • otuz akd/ otuz düğüm: bkz. kabza-i sanı (s. 44).
    • paça suyu tutkalı: Kulak ve paça suyu ile deriden de önce kaynata­ rak yağını aldıktan sonra eriyinceye kadar kaynatılıp yapılan tutkal (s. 112).
    • parça: Öküz sinirinin biraz kuruyunca, baş boyunca yani yayın bir başından diğer başına erişecek kadar yerlerin ortasından bırakıp, iki sinir başlarından fazlaları kesilir. Kesilen bu parçalara yay ıstılahında parça denir (s. 112).
    • peleng: Ok yapımında kullanılan bir ağaç çeşidi (s. 121).
    • plşrev oku: Küçük yelekli bir çeşit ok (s. 132). İsim verme sebebi okun ucu ikiye ayrılmış ardıcın her iki tarafından üstüne inmek sebebi ile pişleri yani önlerinin ileri gelmesi sebebiyledir (s. 126).
    • puta: Hedef
    • puta oku: Bir çeşit ok (s. 151).
  • rilhif: Önce tabla önüne vuran, sonra sıçrayarak tablaya vuran ok (s. 132).
  • rekbe ve rekbeteyn/ sal: Kasana bitişik yerden kabzaya doğru olan yerine Türkler sal; Araplar ise rekbe ve rekbeteyn derler (s. 112-113).
  • remy-i sedad: İp altından ok atma. Gerçekte asıl Sa’d bin Ebi Vak­ kas’ın yaptığı atıştır ve bu atış şekli pek çok harpte hedefi vurmada en uy­ gun olanıdır (s. 27 ve 57). İki buçuk zira-i mimari (2.00-2.25 cm) yüksekli­ ğinde ip gerilir. İpin yerdeki hizasından 2-2.25 metre gerisine oturularak atılır (s. 57).
  • remy-i sema: İp üstünden ok atma. Yarış ve menzil için yapılan uzun mesafe atışıdır (s. 29).
  • sahibü aşereti’l-aşere: On oku hedef şaşırmadan nişana isabet etti­ ren kişi (s. 51).
  • sak: Oku yirmi dörde bölmek suretiyle yirmi dört derece tabir ede­ rek şalvar denilen yerden aşağısına sak yani ayak denir (s. 127).
  • sakin: Yayı yavaşça çekerek atış yerine getirince, hiç hareket etme- den sükunetle düz olarak atmak (s. 49).
  • sal: bkz. rekbe ve rekbeteyn/ sal.
  • sal-ı kavs/ yay sah: kabza boğazı (s. 115).
  • sala koşusu: Aşağı koşusu (s. 105).
  • sarak: Okun nişanı vurunca delip geçerek düşmesi (s. 33).
  • sarsma: Yay eğer tımarlı yay ise yapısını bulup tımarını alma (s. 117).
  • saz etme: Yaya düzen verme. Ok atanın şast ve kabzayı vücuduna, şekline ve atışına, tarif edilen üç kurma şeklinden hangisinin uygun düşece­ ğine göre olmalıdır: Döşekli veya dar çileden hangisinin uyacağını ve kasan­ ları düzce ya da kıvrık olarak hangi çeşidi ile oku ziyade yürüttüğüne dikkat etmelidir (s. 107).
  • saz telli: Ok yapımında kullanılan bir tür ağaç (s. 121).
  • sepet: Hedef (s. 128).
  • ser’an::bkz. çile
  • serkebed-i kavs: Tir geçimi ve kabza boğazına Arapların verdiği ad(s. 113).
  • sevb: Kolbağı,. pazubend (s. 30-31).
  • sığama: Okçulukta kullanılan bir alet (s. 119-120).
  • siham: En iyi olan ve diğer ok çeşitlerinden üstün ve ayrı olan okla­ ra verilen isim (s. 132).
  • siper: Bağa ve balık dişi ile öküz ve manda boynuzlarından yapılır. Asıl kullanılanı manda boynuzundan yapılanıdır. Hatta ablağından yani dolgun ve değirmi tarafından olursa daha iyidir (s. 89).
  • soya: Okun ucundaki kemik (s. 68).
  • şahıs: Okun tabla üstünden geçtiğini atana görene denir (s. 132).
  • şahlanmak: Yukarı kalkmak. Yumruk kalkarsa okun ucu kalktığı mertebe ileri varmalıdır (s. 63).
  • şakku’l-zufr: Baş parmağın tırnağının yarılması. Ok .atmadaki beş kusurdan biridir (s. 140).
  • şakku’l-zufri bi’l-‘arz: Baş parmağın tırnağının enine yarılması (s. 140).
  • şalvar: Oku yirmi dörde bölmek suretiyle yirmi dört derece tabir ederek gez dudaklarından on yedi buçuk derece olan göbek ortasından altı, altı buçuk derece mahalline denir (s. 127).
    • şarid: Hedefi vuran ok (s. 133).
    • şarif: İnce ve uzun oktur, Osmanlılar koşu azmayişi der. (s. 132).
    • şarim: Nişana doğru varmayan ve yan giden ok (s. 132).
  • şast: Sağ el baş parmağına takılan atış yüzüğü, zihgir (s. 43). Aynı zamanda ayak yerinden hava yerine karşı durulunca sağ tarafa da şast denir (s. 153).
  • şasta bak, kabzaya bak: Ok atıcılığında hava sebebiyle veya yanlış­ lıkla yolundan dışarı olan .ok şast tarafına atılır ise, “ya Hak” sözünden sonra “şasta bak”, kabza tarafına atılır ise “kabzaya bak” diye bağırılır (s. 153).
  • şast-ı küşad: atış parmağı (s. 47-48).
  • şedidü’l-kabzateyn ve murabba’u’n-noktateyn: Sağ eli şastı ve sol eli kabzayı kuvvetlice tutup iki yumruk bir ok ve şiddetli şekilde ok atmak (s. 44).
  • şem’ endam: Ok boylarının bir çeşidi. Boğazı incedir ve boyundan üçte bir kısmı gerdanlık olup gitgide fare kuyruğu şeklinde incelir (s. 122).
  • şems tımarı: Atış yayları ile diğer bazı yaylar kurulu iken güneşte kalınca gevşer ve eğrilir. Kurulmadan kese içinde güneşe konmalı, birkaç gün birkaç saat durumuna göre tımarını vermelidir. Sapması yani çarpık ve eğriliği görülürse düzelterek yasmah ve rüzgara karşı gölgeye asmalıdır. Güneşin sıcaklığı kavsten kaybolduktan birkaç saat geçince kurularak atılır. İşte buna güneş bakımı veya şems tımarı derler (s. 97).
  • şemşlr-i mah1: Balık dişinin somsuz yeridir. Zihgir yapımında kulla­ nılır. Halk arasında yanlış olarak şlı:-i mah1 denilir (s. 88).
  • şer’a: Haddinden ziyade kalın çile (s. 104).
  • şey’-i ulya ve şey’-i süffa: Arkasında balık sırtılık olan kasana Arap- ların verdiği ad (s. 112-113).
  • şlr: bkz. çile
  • şlr-i mah1: bkz. şemş1r-i mah1
  • tark: Çile vesilesiyle veya başka sebeple ok atma sırasında ortaya çıkan çirkin ve istenilmeyen ses. Ok atmadaki beş kusurdan biridir (s. 139).
  • tark-ı n’.\y-ı yemin: Çilenin sağ yanağa dokunarak ses çıkarması. (s. 139).
  • tark-ı şast: Çilenin baş parmağa dokunarak ses çıkarması (s. 140).
  • tark-ı zekan: Çilenin çeneye dokunarak ses çıkarması (s. 140).
  • tarku’l-bazu: Koldan ses ortaya çıkması (s. 139).
  • tarku’l-menkib:  Tark denen sesin omuz başından  peyda olması (s. 139).
    • tarz-ı has: Ok boylarının bir çeşidi. Tarz-ı has boyun, boğazı incerek, bedeni de göğüslüce olur. Boyundan üçte birine varınca baldırda tamamla­ nır. Bedenden baldır şem’endam gibi pek incelmez (s. 122).
    • ta’şin: Demir tarak (s. 113).
    • tayfa vusta: Kasan gözü. Kasan ile “sal”ın birlikte olduğu yere Türk­ ler kasan başı ve kasan gözü derken, Araplar tayfa vusta derler (s. 113).
    • tekne kuran: Tımarlı ve tımarsız yayların kuruluş şekillerinden biri. Tirkeş ve puta yaylarına uygun olan şekildir (s. 106).
    • tencek: Kemik sarma esnasında kullanılan bir alet. Parmaksız çolak bir ele benzeyen bu alet kızılcık ve şimşir ağacından yapilır. Sanki dirseğe kadar boyda olup ip ona dolaştırılır, yumruğa benzeyen yeri ile de sıkıştırı­ larak sarılır. İyice sarılınca bir kere bakıp bu tencek denen aletin zoru ile yaya eğrilik gelmiş ise daha sıcaklığı geçmemiş iken yay tezgahına vurarak doğrultulur. Sonra asılır; eğer dikkat olunmaz ise o eğrilik sonra düzelmez. Kuruyunca kenarlarından dışarı taşmış tutkal ile gereken yerlerini, karın, sırt ve kenarlarını düzeltip temizlemek gerekir (s. 114).
    • tepelik: İyi kurulmuş yay şeklinde bir çift şemşirden yapılmış direk

(s.117).

  • tımarlı yay: Bakımlı yay (s. 67).
    • tirkeş: Bir savaş oku (s. 54).
    • tonç: Yayın iki tarafından kirişin geçirildiği ilmekler (s. 62).
    • torba: Hedefte ok sehpası (s. 43).
    • torba oku: Bir çeşit ok. Bu ok, puta ve azmayiş oklarının boyunda olur (s. 128).
  • ukbe: Gez yerinden yukarı olan kertiğin ucuna Arapların verdiği ad (s. 113).
  • ukr: Ok atmadaki beş kusurdan biridir. Ukr-ı mecra, kabza yumru­ ğunun tir geçiminden yaralanıp parçalanması anlamına gelir (s. 140).
  • utra: Gez yerinden yukarı olan kertiğin ucuna Arapların verdiği ad (s. 113).
  • ütü: Ucu maşa gibi yassı ve cilalı olan dağlak demir (s. 131).
  • vasat-ı göbek/ göbek ortası: Oku yirmi dörde bölmek suretiyle yir­ mi dört derece tabir ederek gez dudaklarından on buçuk, on bir derecesine vardığında buna göbek ortası denir (s. 127).
  • vasıt!:Bir yay çeşidi (s. 32).
  • vavbık: Okun nişana vurmadan yanına düşmesi (s. 33).
  • veter: Yayın kirişi (s.15).
  • yassı zeytuni: Üç kenarlı kısa üçgenlere benzeyen temrenlere denir. Hemen her çeşit demiri deler (s. 131).                                                                            ·
  • yay kemendi: Kement, üç parmak eninden eksik ende veya tokmak kayışından her iki başına kuvvetli olarak tek parça ikişer demir halka geçiri­ len eşyadır. O halkaların bireri kemendin kendisine ikincisi de diğer halkaya geçer (s. 97).
  • yay salı: bkz. sal-ı kavs
  • yay tezgahı: Kertikli tahtadan yapılma tezgah (s. 110-111).
  • yayı oka uydurmak: Oku yaya uydurmak gerektiği gibi, yayı da oka uydurmak gerekir. Bunun için ölçmek ve yaya uygun bağlanmış çile ile yay kurmak gerekir (s. 104).
  • yeksüvar: Pişrev adı ile kullanılan ok (s. 126).
  • yen giymek: Yay kirişinin kolu incitmemesi için sevb denen kolbağı takmak (s. 30),
  • yen itme: Yayın kola çarpması. Bunun sebebi yumruğu sol tarafa meylettirmek gerekirken, sağa eğdirmektir. Bir de yumruğu kırk dört dere­ ceden cemre misal ok yürütmek üzere alın hizasına kaldırınca omuzdan dirseğe kadar kolun üstü karşılıklı olarak sol dirseği sağ tarafa gizli bir me­ yil ile, yumruk sağa sola sapmadan tutmamaktan, sonra kabza gevşek olup yay kabzası döndüğü için olur (s. 44, 134 ve 139). Özellikle yaz günlerinde el terlediği için ok atma sırasında kabza dönerek yen itme tabir olunan kiriş kola çarpma ve ok kabzaya vurma gibi olumsuzluklara yol açar. (s. 43).
  • yevm-i meydan: Ok atışlarının yapıldığı gün (s. 150).
  • yevmiye: Günlük ok atışı (s. 64).
  • yirmi dört kırat: Yumruğa gelen ok (s. 54).
  • zafer gasfün fark: Kasan ucu. Çile düğümünün geldiği kasan ucu de­ nen yere kadar Araplar zafer gasfün fark derler (s. 113).
  • zalic: Yaydan hiddet ve şiddetle fırlayan ok (s. 132).
  • zemhar: Zemhare cinsinden uzun ve bir cinsi öteki çeşit oklardan uzun olan ok cinsi (s. 132).
  • zerka: Berelenme ve şişme. Ok atmadaki beş kusurdan biridir (s. 141).
  • zergerdan: Pişrev adıyla kullanılan ok. İkisi de aynıdır; fakat farkı boğazına ustanın nişanı olan işaretin sağrısını, arka kısmını altın telden sararak, soya yerine temren takarlar (s. 126).
  • zeytuni: Bir çeşit temren. Puta ve azmayiş oklarındaki gibidir, fakat ucu sivri değil yuvarlakçadır. Sala okları ve torba gezlerinde görülenlere benzer (s. 131).
  • zıvana: Kabza uçlarını iki tarafından birer karış yassı ve uzun bıra­ kıp, salları da yarıp geçirilen yer (s. 110).
  • zihgir: Atış yüzüğü (s. 30). Sağ elin şast parmağını kirişin zarar ve­ rip acıtmasından korumak için takılan belirli bir alettir. Bu alet altın, gümüş, yeşimden yapılır. Ayrıca her türlü hayvan boynuzlarının dolgun yerlerinden olur. Ama en üstünü balık dişinin şemşir-i mahi yani balık kılıcı diye bilinen somsuz yerinden ya pılır. Buna halk arasında yanlış olarak şir-i mayi derler. İyice parlatıldığı ve parlaklığı gitmediği için az zamanda sararmaz. Fil dişin­ den yapılmasında da bir beis yoktur; hatta cepte bulunursa namaza da mani değildir. Fakat bu çabuk sararır. Mühre denilen geyik boynuzunun deriye yakın yerinden de ya pılır. Yukarısından yapılmaz. Çünkü yukarı kısmın içi gevşektir ve hiç parlatılmaz. Fakat diğer boynuzlar gibi sert olmayıp pek parlak olmazsa da alıştırma atışlarında kullanılması şast parmağına uygun düşer ve yumuşaklık verir. Gergedan boynuzundan yapılan zihgir, bu yönü ile geyik mühresine göre üstün ve daha uygundur (s. 88).
  • zira: Arapların zira-ı mürekkeb-i Arabi tabir ettikleri ölçüdür. Buna göre altı buçuk tutama bir zira denir (s. 108).

Related Post

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.